Orhan YÜCEL
Türkiyede hukukun üstünlüğü yok diyenlere!...
Fazla değil 28 şubat sürecindeki yargıda yaşanan bazı somut olaylara göz atıp, hangi dönemde hukukun üstünlüğü yokmuş anlayalım bakalım!
28 Şubat sürecinde avukatlık yapan eski milletvekili Hüsnü Tuna’nın zaman gazetesine yaptığı açıklamada anlattıklarını hep beraber okuyalım: Tuna, geçen dönem Meclis'te bulunduğu süre boyunca o süreçte yaşanan tüm hukuk skandallarının belgelerini toplamış. Bunlar arasında, mahkemelere emirler gönderen Çevik Bir'in yazısına 'arz olunur' diye cevap veren savcıdan; dinî içerikli radyo dinleme iddiasıyla soruşturulan hakime kadar onlarca örnek var. Otobüslerle Genelkurmay'a taşınan yargıçların 1998'den itibaren neler yaptıklarını bir bir ortaya koyan Tuna, "Bu tarihten sonra birçok mahkeme, kararlarını 'hukuk ilkelerine' göre değil 'brifing kriterlerine' göre vermeye başladı" diyor.
27 Mayıs ve 12 Eylül'de olduğu gibi 28 Şubat'ta da darbeciler hedeflerine ulaşmak için yargı mekanizmasını harekete geçirdi. Gazetecilerden işadamlarına kadar birçok kişi ve kurum tek brifingle yetinirken, yüksek yargı özel talep üzerine iki kez Genelkurmay'a götürüldü. Brifinge katılmayan ve kararlarını 'hukuk kriterlerine' göre veren hakim ve savcılar için bu süreç büyük bir tasfiyenin başlangıcı oldu. Batı Çalışma Grubu ve daha sonra yerine geçen Başbakanlık Takip Kurulu'nun fişlemeleri nedeniyle yüzlerce hakim ve savcı soruşturmaya tabi tutuldu. Gazetelerde teşhir edildi.
İstanbul 2. İdare Mahkemesi üyesi hakim M.A.'nın yaşadıkları, 28 Şubat sürecinin baskı ve tehditlerinin ulaştığı boyutları gözler önüne seriyor. Hakimden 3 gün içinde savunma istenirken gerekçe olarak gösterilen hususlar akıllara durgunluk verecek nitelikte. "Sosyal ve ailevi yaşantınız ile eşinizin benimsediği çağdaş olmayan giyim tarzı itibarıyla, laiklik karşıtı düşüncelere yakınlık duyduğunuz hususunda kanaat uyandırdığınız ileri sürülmektedir." denilen yazının devamında "Savunmayı göndermediğiniz takdirde savunma hakkından vazgeçmiş sayılacağınızın bilinmesini rica ederiz." emri yer alıyor. İstanbul'da Vergi Mahkemesi'ndeki A.G. isimli bir başka hakim ise yukarıdaki suçlamaya ilave olarak yeni isnatlarla karşılaşıyor: "...Bu arada evinize gelen misafirleri haremlik-selamlık tabir edilen şekilde ağırladığınız ve keza dairedeki odanızda radyo ve teypten dini yayınlar dinlediğiniz ileri sürüldüğünden, savunmanızı iki nüsha olarak üç gün içinde göndermenizi rica ederiz."
Yargıda cadı avının başlatıldığı süreçte ilginç örneklerden biri de Samsun'da idare mahkemesi üyeleriyle ilgili soruşturmada görülüyor. Adalet Bakanlığı'ndan Hakim Genel Müdür N.T tarafından imzalanan soruşturma dosyasında, 7 hakim, gereği yapılmak üzere HSYK'ya gönderiliyor. Kişiler ayrı olsa da suçlama aynı: "Yaptıkları işler ve davranışlarıyla kişisel duygulara kapılarak görevlerini doğru ve tarafsız yapamayacakları kanısını uyandırdıkları. Bu cümleden olarak, sosyal ve özel yaşantıları ve eşlerinin kapalı ve başörtülü giyim tarzı nedeniyle çevrede olumsuz imaj yarattıkları, toplu halde ve tören havasında cuma ve teravih namazlarına gittikleri." Ancak söz konusu yazıda toplu olarak cumaya ve teravihe gitmekle suçlanan hakimlerle ilgili çok önemli bir ayrıntı dikkat çekiyor. Eşi başörtülü olduğu söylenen hakimlerden birinin kadın olması olayın trajikomik boyutunu gösteriyor. Kocaeli'ye tayini çıkan Hakim N.K, Samsun'da toplu olarak soruşturmaya tabi olmaktan kurtulamıyor. Çünkü 7 hakime yöneltilen suçlamaların altında, başörtüsü ile üniversiteye giren kız öğrencilerin lehine karar vermiş olmaları yatıyor.
Benzer bir sıkıntı Edirne'de yaşanıyor. Başörtülü bir öğrencinin davasında 'yürütmenin durdurulması' kararı veren Edirne İdare Mahkemesi Başkanı A. K. ile üye hakim A.B., anında Trabzon'a gönderiliyor. Bursa'da Vali O.T.'ın keyfi uygulamasına karşı karar veren hakimlerden biri Aydın'a, diğeri Gaziantep'e sürgün ediliyor. Öğrencileri okula almayanlar hakkında işlem yapan savcılar ise HSYK eliyle en ağır cezalara tabi tutuluyor. Yozgat Başsavcısı R.P., Bursa Başsavcısı H.K. ve Diyarbakır Başsavcısı H.T.Y. sürgün örneklerinden bazıları.
1998 yılında Tekirdağ Endüstri Meslek Lisesi Müdürü M. Ü.'ın görevden alınma sürecinde Danıştay 5. Dairesi'nin onay verdiği bir kararın gerekçesi hukuk açısından sözün bittiği yeri gösterir nitelikte: "Mesleğinde başarılı olmak, iyi bir yönetici olmak' yeterli değil. Yöneticilik görevini sürdürebilmesi için 'türbansız eşi ile ulusal bayramlara ve Cumhuriyet balolarına katılması' ayrıca bayan "eşinin nasıl giyineceğine de –özellikle başörtüsü, uzun manto, yanlış anlamalara müsait renkten elbiseler giymemesini sağlamak için- müdahale etmesi gerekmektedir."
Avukat Hüsnü Tuna’nın anlattıklarını aynen yazdık, başkaca da yorum yapmadan takdiri sizlerin dikkatine sunmuş olmakla yetiniyorum. Şimdi mi, yoksa darbe süreçlerinde mi, hukukun üstünlüğü yokmuş, karar sizlerin….