Orhan YÜCEL
Yüz güzelliği mi?....
Yüz güzelliği mi?....
Osmanlı devleti’nin son devirlerinde bir paşanın bir oğlu vardı. Babası bu genci ahlâkı güzel dinine bağlı kocasına itaatkâr bir kız ile evlendirmek istedi.
Hanımı paşaya:
-“Bizim yalının kâhyasının bir kızı varmış. Ben görmedim ama ahlâkını çok meth ettiler. Eyüp’de mütevazi bir evde oturuyorlarmış., ona talip olalım” dedi. Paşa da bunu iyi karşıladı. Neticede kızında razı olmasıyla kâhya kızını vermeyi kabul etti. Söz, nişan, nikâh derken düğün merasimi paşanın Kanlıca’daki yalısında yapılmakta idi. Usule göre gençler birbirini düğün günü göreceklerdi.
Damat zevcesinin duvağını açıp yüz görümlüğünü takarken, bir fenalık geçirerek yere düştü. Gelin mahzun olarak;
-“Beyefendi, küçük yaşta geçirdiğim çiçek hastalığının yüzümde bıraktığı izler, bir ömür yüzüme bakmaya mecbur olduğunuz zevcenize karşı size bir sıkıntı verdi. Ancak, bu benim elimde olan bir kusur değil. Şimdi sizden istirhamım şu; 40 gün yanınızda bir misafir olarak kalayım. Bu müddetin sonunda mizaçlarımız uymadı bahanesi ile evime döneyim. Bu hususta lütfen anlayış gösterin. Bundan da kimsenin haberi olmasın istirham ediyorum….! Diyerek gözleri yaşlı bir halde damadın ayaklarına kapandı.. Damat ne diyeceğini şaşırmıştı.. çaresiz kabul etti.
Bu ara gelin konakta hizmetkârlara varıncaya kadar, güzel ahlâk, hizmet, tevazuu, davranışları ve konuşmaları ile herkesin kalbinde taht kurdu. Bir gün gelin damadın yanına gidip mahzun olarak dedi dedi ki;
-“Yalıdaki 40 günlük misafirliğim için teşekkür ederim. Artık evime dönmek üzere müsaadelerinizi istemekteyim….” Ayağa kapanma sırası damada gelmişti… yalvararak dedi ki;
-Muhterem hanımefendi.. eğer siz beni beğenmediyseniz ve evinize dönmekte kararlıysanız, ona bir diyeceğim olmaz. Ancak, siz benim için artık vazgeçilmez bir zevcesiniz. Güzel ahlâkınızı görünce asıl güzelliğin yüzde değil gönülde olduğunu anladım ve size deli gibi aşık oldum…” Bu ve buna benzer sözlerle gelini ikna edip kararından vazgeçirdi.
Ve en önemlisi aralarındaki bu sırrı anlayabilecekleri çağa gelince çocuklarına da açıkladılar.
Böylece onlara da aile saadetinde gönül temizliğinin ve güzel ahlâkın her şeyden önemli olduğunu bu misâlle anlattılar…
Şimdi çevremize bir bakalım ve sakin olarak düşünelim. Günümüz toplumunda, kendimiz de dahil, böyle bir birlikteliğe rıza gösterebilecek kaç kişi bulabiliriz, acaba?
Bu yazıyı okuyanların çoğu hemen itiraz edecekler ve böyle olaylar ancak, Türk filmlerinde yaşanabilir diyeceklerdir. Haklıdırlar da, hakikaten de bu tip davranışlarda bulunmak öylesine kolay olmayacaktır. Böyle davranışta bulunabilmek çok büyük fedakârlık gerektirir. Böylesine fedakârlıkta bulunabilmek de her babayiğidin harcı değildir.