VE HİÇ BİR RESMİ YERDE BIRAKMAYACAĞIZ.

VE HİÇ BİR RESMİ YERDE BIRAKMAYACAĞIZ.

KİRLETTİNİZ İÇ DÜNYAMIZIDA

ARKADAŞLARIM SAAT O4" TE RADYO EVİ ÖNÜNDE

12 Eylül 2009

29 yıl bitti; delikanlılar eğer yaşıyor ise ak saçlı, sağlık sorunları olan birer ihtiyar artık. Genç gelinler, güzel kadınlar eğer yaşıyorsa beli bükük, kalbi tekleyen, saçlarının beyazını kapatmak için sürekli saçını boyayan birer ihtiyar kadınız artık. Belki dışa iz vurumu düşmüyor olsa da yürekler çok ağır yükü taşıdı bu güne değin. Bu gün daha yeni sorabiliyoruz NEREDELER? diye, yeni yeni yüksek sesle ifade edebiliyoruz.

NEREDELER?

O dönemler de bu topraklar üzerinde yaşıyor olan bizler ve etrafımızı saran koca göbekli, saçları ekili, altında arabası çekili veya hiç göbeği olmayan mesai bitiminde koştura koştura vücut geliştirmeye giden ve o zor yıllar gündeme gelende “ deme yahu” diyen bir sürü ot sarmış etrafımızı.

Şimdi saat 01:15 ( 12 Eylül) 2 saat sonra arkadaşlar radyo evinin önünde yine Türkiye"nin P……"sunun ( yanlış anlaşılmasın Picasso) açıklamalarını dinleyecekler.

Yıllar geçse de yaşlar artsa da, çocuklar, bizim çocuklarımız baba olsa da ( zaten bir çoğumuzun çocukları baba- anne oldu, yaşayan ve çocuklarını böylesi zorluğa rağmen yaşatanlar torunlarına evlatlarına yaşatamadıkları ana- baba sevgisini vermeye çalışıyorlar.), adeta yılların intikamını alıyorcasına. Bedenlerimizi yok etmeye çalıştınız yüreklerimiz torunlarımızda şimdi dercesine.Bir kısmımız tüm bu yaşattıklarınıza rağmen biz varız, yok etmeye çalıştığınız denizlerin, sinanların, mahirlerin yerine bizler isimleri mahir, deniz, Sinan olan fidanlar getirdik dünyaya, bakın görün artık onların dünyaya getirdikleri de var diyoruz. Yaşam bazı şeylerin yerine bazı şeyleri koyabilmeyi öğretti bize ama bu gün dinlediğim Korkut Hoca"nın dediği gibi tüm bunları en önemli en özel şeyi kaybettik insan olmanın en güzel yanlarını; dayanışmayı, acıyı paylaşıp azaltmayı, kirlettiniz iç dünyalarımızı, hiç kimse bir yere kaçmasın herkes bundan nasibini aldı. SİZ sevgiyi yok ettiniz.

Dönelim yine 12 2009 Radyo evinin önüne;

Bizlerdeki en özel anılardan birisi bir ses ve ezberlenmiş yüzyılın sözleri “ ülkenin……..” ve davam eder“ ancak, ama ”. Yine ayni sözleri dinleyecekler arkadaşlarım radyo evinin önünde oturup zamanı beklerken. Açıklama içine sıkıştırılmış bir takım sözler, ses daha sonraki yılların ziyaretçi saatleri yaklaşınca açılan kapılarından çıkan “ şakur, şukur sesleri gibi insanı daha da fazla yoran bir davudi ses meşhur apoletlinin sesi . Sanatkar ruhlu hem ressam, hem şairliğinin yanı sıra hem de bu güzel ülke için böylesi yararlı işlerin yapılmasının öncülüğünü yapan şu anda” tanrıdan şifa !” bulması için dua edilen o günlerin baş rol oyuncusunun sesi.

Yıllarca insanın kulağından gitmeyen ses. Bizlere bir şiir dinletisi yerine “ papatya gibisin beyaz ve ince” diyen bir tango yerine, “ gülünce gözlerinin içi gülüyor” sözleri yerine kulaklarımıza yaşanan acılar veya yaşanmasa da o dönemin yarattığı etkiler kadar yer eden bir ses ve bir ömür boyu bitmeyecek bir ses. Duyunca dişlerimin gıcırtısını hissettiğim ve kendimden çok gidenlerin gözlerindeki ışığı geri getirmek için yaşadığım yıllar. Nasıl geri gelirlerdi? nin yanıtı ne yazık ki yerinde duruyor. Ama yine ne yazık ki o günün yorgun yolcularının yok, kimi göç edip gitmiş bu zalimlerle ayni havayı solumamak için, kimine de kolay olanı seçmek düşmüş , düşmüş makam sahibi olmanın peşine, rahatlatmış kendini, kimi hafıza kaybına uğramış, kiminin beyinlerine virüs salmışlar “ yanlış yaptık deyip, günah çıkarmış”.

Ama biz varız gece yarısı radyo evinin önünde, sabah Mülkiyelilerin orada, daha sonra İMO" da, ondan sonrada “ hep beraber demiri oya gibi işleyip, hep beraber sürebilmek toprağı” demek için Ankara Tren Gar"ının önünde olacağız.

Çok değil daha dündü tüm bu yaşananlar. O yılların bizler gibi 20- 25 yaşında olanları birden bire 50- 60 yaşına getiren günler, saatler. Biz yaşayanlar için hem dündü hem de yarın da var olacak yaşanmışlıklardı. Ülkede böylesi günler yaşandığından beri Radyo Evini “ Devlet renkli, devlet kokan “ bir yer olarak gördüğümü fark ettim. Halbuki çocukluk anılarımın içinde bir okuldu radyo benim için en güzel seslerden şiirleri, çocukluğumda anlamadan dinlediğim büyüyüp, sevgiyi, dünyayı tanıyıp öğrenince içten söylediğim Türk Sanat Müziğini, Türküleri cazı hep oradan dinleyip öğrenmiştim. Ama böylesi tarihler ve karanlık duvarlarından aks eden bu ses hala var benim için o duvarlarda, hala sesi çıkıyor ve en önemlisi hala “ AYNİSİNİ YAPARDIM” diyebiliyor.

Ve ne yazık ki

TBMM kapatıldı, anayasa ortadan kaldırıldı, siyasi partilerin kapısına kilit vuruldu ve mallarına el konuldu.
650 bin kişi gözaltına alındı.
1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
7 bin kişi için idam cezası istendi.
517 kişiye idam cezası verildi.
Haklarında idam cezası verilenlerden 50"si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1"i Asala militanı).
İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis"e gönderildi.
71 bin kişi TCK"nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
98 bin 404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçundan yargılandı.
388 bin kişiye pasaport verilmedi.
30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı.
14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
30 bin kişi “siyasi mülteci” olarak yurtdışına gitti.
300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelendi.
937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı.
23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
31 gazeteci cezaevine girdi.
300 gazeteci saldırıya uğradı.
3 gazeteci silahla öldürüldü.
Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
39 ton gazete ve dergi imha edildi.
Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
14 kişi açlık grevinde öldü.
16 kişi “kaçarken” vuruldu.
95 kişi “çatışmada” öldü.
73 kişiye “doğal ölüm raporu” verildi.
43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi.
Muhtemelen bazı yapacaklarını yapamamış olabilir o nedenle yaşaması lazım.

Elbette tek başına sorumlu olmayan ve ABD"nin vermiş olduğu bu “mukaddes görevi “ yerine getiren ince ruh, ülkenin kaderini değiştirecek ve kısa zamanda düzelmesi mümkün olmayan ırkçı ve şeriatçı geleceğin de temellerini atacaktı.

Radyo evi yapılan konuşma bölümü 1980 tarihi içinde ilk açıklandığı biçimiyle değil de birkaç kez tekrarlandıktan sonra duyduğumuz kulaklarımıza girip bir daha çıkmamış bir diktatör sesi çok kısa sürede toplumda anaların, babaların, evlatların sesini bitmeyen bir ağıtta dönüştüren yılların başlangıç dakikası.

12 EYLÜL AĞITI. Bunları yazıyorum diye kimse yanlış anlaşılmasın;sen mi sadece yaşadın diye düşünmesin. Ben, evet en fazla sıkıntı ve acıyı ben yaşadım herkesle birlikte kıvrandım, görmesem de tanımasam da ağladım, yürek yarası adeta geçen her gün biraz daha yaktı içimi beni utandırdı. Soluk aldım, rakı içtim, sevdalandım, çocuklarımla eğlendim tümünü yaparken her akşam da adeta kendimle hesaplaştım. Hocam Nedim Şahhüseyinoğlu"nun dediği gibi onlar, benim yarım, gözüm, kolum, ayağım, beynim ve yüreğim olan onlar “soluk alıp veremezken benim yaşıyor olmam” sadece bana daha fazla acı, daha fazla utanç verdi zaman zaman. Yaşlanmak ve geçen yıllar insana zamanın daraldığını hatırlatır. Kimi 80 yaşında da olsa 1 dakika daha fazla yaşamak, soluk almak ister kimide benim gibi yaşanmışı veya yaşayamadıkları nı paylaşınca daha anlam kazanacak duygularını gizlemek yerine “ göçten” önce paylaşmak ister. Çünkü yüreğinde binlerce aşk kıvılcımı yanıp yaşayamayanların adına da bir şeyler söyleyip onları paylaşmak istiyorum.

Muzaffer Erdost"un dediği gibi “ geri istiyorum onları” derken bu istem salt bedenlerin isteği değil duyguların, gülen gönüllerin, seven yüreklerin, sarılan, kol kola girip halay çeken, karşı karşıya geçip Giresun Karşılaması oynayan biz o günün gençlerinin zaman tünelinde durdurulmuş yaşamının geri isteği ve ben bunları istiyorum. Bu gün GATA"da koruduğunuz kişi benim yıllarımın katili o yıllarımı canlarımın yıllarını hakkım olduğunu düşünerek geri istiyorum. Beni ancak o dönemin yaratıcılarının yargı önünde o zaman ki gibi sıra sıra dizilip hesap vermesi biraz rahatlatır. Bu dünyadan göçüm kalkıp gider isem bu günü görmeden aklım kalacak. Paylaştıklarımın o dönemi yaşayanların bazısı için komik, bazısı için fazla duygusal , hiç yaşamayanlar içinse “ sivrisinek ses” hatta kadınların özel dönemleri içinde değerlendirilip “ malum! anlaşılabilir ifadeleriyle” çok iyi anlamış olduklarını söyler insanlar sizin söylediklerinizi. Bu yazım günü anlatamadan sık sık zamana yolculukla kesilip geçiyor.

Dün ardından duran zaman, bugün ve yarın.

Ankara"da bu yıl bir ilki izledim. 12 Eylül mitinginin saat 14.00" te olması nedeniyle saat 10"daki etkinliğin içinde olmak istedim. Bu etkinlik programına göre Mülkiye"liler Birliği"nin önünde toplanılarak SBF"ne gidecektik. Başkan ve yönetimce çok güzel düşünülmüş bir programdı. Ama benim gibiler muhtemelen düşünülmemişti. Yürüyüş başladığı andan itibaren gözümün önünde Hakan, Burhan, Eşari"nin Maltepe Camisinden kalkan cenazesi ve Hacettepe Üniversitesinden toplantı için SBF"ye gelişim film şeridi değil yaşamın adeta yenilenmesi şeklinde biçimleniyordu. Hakan vurulmuştu 8 Nisan 1976 yılı 5 aylık hamileydim. Hakanın vuruluşundan sonra Kurtuluş Parkında yapılan protesto gösterisinde Burhan ve Eşari"yi de kaybetmiştik. Evet unutmadığım bu cenaze töreninde o zamanlar hamileler için pantolon falan yoktu kot pantolonumun beline hırkamın yün kuşağını bağlayarak gitmiştik Maltepe camisine tıklım tıklım doluydu her yer. Tam cami giriş kapısının karşısında ki binanın 1. Katında ( bir ara orası sinema olmuştu, şimdi bilmiyorum) bir kadın adeta bizi film gibi seyrediyordu. Muhtemelen yanında birisiyle değerlendirmeler yapıyorlardı. O kadının saçı bigudi ile sarılıydı. Öylesine sinirlenmiştim ki kadına elimde olsa taşlayacaktım camlarını. Avlu hepimizi almıyordu. Cenazeler avludan çıkarılırken yine gözüm o cama ilişti camdaki benim kin duyduğum kadın cenazeler camiden çıkarılırken camı açıp alkışlamaya başladı ve bu sahne düşüncelerimi alt üst etmişti. Nereden yine nereye kaptırdım geldim. SBF yolunda 200 kişi kadardık. Benim gibi yaş ortalaması 50 olanların dışında yeni mezunlar ve muhtemelen öğrenciler de vardı. Yol çok kısa imiş bitti hemen. Bizim 30 yıl öncesinde biten gençliklerimiz gibi geldi ve geçti. Okul kapısın da bir konuşma yapıldı. Ben bugün ki programı hiç bilmeden katılıp gelmiştim bu rüzgarın şiddetine kaptırıp kendimi. 2. Konuşma genç bir SBF"li tarafında cenazeleri koyup saygı nöbetinde bulunduğumuz merdivenlerin başında yapıldı. Açıkçası konuşmayı merdivenlerin taşları üzerine oturarak dinlediğimi zannettim, ne konuşulduğunu da çok anlamamış olacağım ki okula herkes girerken bende “elbet bir şey vardır” diye girdim. SBF bizim yaştakilerin içini iyi bildikleri okuldu. 1. Kata çıktık ve bizler yaşı 25 ve 70 arası olan bizler oturduk sıralara. Ve orada anladım ki darbenin zorunlu ara verdirdiği Mülkiye öğrencilerine Onur Belgesi verilecekti. Sıralar hem Korkut hocaya, hem de 1402"lik olarak okuldan uzaklaştırılan Cevat hocaya uzaklaştığı günden sonra hep soğuk gelmiş bana da öyle geldi. Anılar anlatıldı. Anımıydı olanlar, yaşanmışımıydı bizim ömrümüz müydü yoksa bir rüyamıy dı . Başkan o zaman sesli dile getirdi neden burada olduğumuzu. Cevat hoca çıktı duygularını ifade etti, arkadan Korkut hoca heyecanlı, hüzünlü idi ve alacaklarıyla daha fazla yaşlanmanın ifadesi vardı yüzlerinde.

Korkut hocanın anlattığı bir anı hüzünlü, mazisini yitirip bulmaya çabalayan bizlerin yüzünde bir tebessüme neden oldu. Korkut Hoca ve Cevat Hoca ayni gün üniversiteden uzaklaştırılmışlardı. Böylesi bir kader birlikleri de vardı. Okul yıllarına döndü; sabah okulun kapısına yaklaştığımda polislerin bir tarafa sıralanmış olduğunu gördüm, karşı tarafta da 3-5 öğrenci duruyordu. Bu fotoğraf mı, hayal mi, rüyamı gerçek mi olduğunu bir türlü anlayamadım diyerek bir kez daha olayı bizlerin yanında Cevat Hocaya onaylatarak; “böyleydi değimli hocam” dedi. Cevat Hocadan onayı alınca anlatacaklarına devam etti. Ne olduğunu sordum yanıt olarak Cevat Hoca “ polisler öğrencilere tacizde bulunmuşlar, öğrencileri taciz eden polisin hangi polis olduğunu saptamak için sıraya dizdim” yanıtını aldım.

Elbette böylesi hocaların üniversite de ne işleri vardı. Çıkar bir yasa adını koy 1402, hocaların adını da koy 1402"lik. Öylede yaptılar bütün özgürlük yanlısı kurumları kapattılar, genç fidanları yaktılar, boyunlarına kalın urganları geçirdiler, yaşları tutmayanları dahi o soğuk oda da gardiyanlarla baş başa bırakıp gün ağarırken o genç boyunları astılar. Ayrıca “asmayıp besleyecek miyiz “ dediler. Ağzı köpüklü ALİ ELVERDİ başkanlığında Baki Tuğ savcılığın da verilen kararlar gibi tekrar, tekrar verdiler ayni kararları.

“Ama lı ancak lı” bir Anayasa çıktı ortaya ve onla yaşıyoruz hala.

Bu gün televizyon kanalları belgeseller, açık oturumlar yaparak bizlerin hikayelerini anlatıyor. Kimileri için hikaye, kimileri için efsane, kimileri için “her koyun kendi bacağından asılır” kimileri için “aklı varsa göle, ne işleri var oralarda” olduk. Evet bizler yaşanmışı efsaneleştirenlerin arkada kalan sesleri, yürekleri, nefesleri olmaya çalışanlarız.

Bu günün yolculuğu SBF"den sadece başkanı kutlayıp kendimi caddenin karşısına atıp bir taksiyle Ankara Garına vardığımda uyandım. 78"liler Ruşen"le görüşüp “yapabileceğim bir görev var mı” diye sorduktan sonra soluğu her zaman ki gibi garda almıştım. Sımsıkı iplerle birbirine sarıp kaynaştırdığımız resimleri ne yazık ki ayırmak zorundaydık. Ayırdık bizlerde resimleri. Artık üst üste değillerdi cemal cemale duruyorlardı yüzler. Bizlerle yüz yüze, yine ayni heyecan resimler yerde kalmasının heyecanı sardı. Kalmadı ben evden tek gidiyorken 2 kişi olmuştuk.

Kalmadı resimler yerde.

Genç sinanlar, denizler vardı. Ama hep gördüğüm tanıdığım yüzlerin bir kısmı ne yazık ki yoktu. Bu isimlerden biri olan Hikmet, Hatice ve kızları pınarı görememek beni çok üzmüştü, aradım oradaymış karşılaşmamışız” oh ” rahatladım, Sümer abla rahatsızdı aramızda değildi, aradı sordu, Cevahir ve torunum Berivan yoktu onlarında geçerli gerekçeleri varmış ve levent hastaydı gelemedi. Muzaffer Erdost ağabeyimi göremedim muhtemelen rahatsızdı, onu duymuştum. Onun dışında çok ismi merak da etmedim, önemsemedim de çünkü böylesi tarihleri bizler hafızadan silersek 12 Eylül Cuntacılarının başarısına başarı katmış oluruz. Böylesi günlere telefon edilip rica minnetle katılanlar için yeni bir telefon gelene kadar unutulan bir tarih olması nedeniyle onların hafızasından silinmiş tarih olmuş onlarda aramak anlamlı değil diye düşünüyorum. Yadırgamıyorum ama o döneme ait çok konuşma haklarının olduğunu da zannetmiyorum.

Ama bir adam vardı ki benim babam, öğretmenim, ağabeyim, yol göstericim Nedim ağabeyim ( Şahhüseyinoğlu) yürüyüşe katılamamıştı ancak bizim yürüyüşe başlama saatimiz başlamadan Sıhhıye alanında almıştı yerini. Katılımcılar alana girdiği andan sonuna kadar herkesi sıcak gülüşü ve arkasından hissedilen acılı yüreği ile alkışlayarak selamladı.

İşte bu gün, bunun elbet yarını da var. İşte elleri öpülesi nedim ağabey ( kimseye el öptürmez) Hakan Yurdakuler"le başlayan 12 Eylül 2009 yılı cumartesi gününün alandan ayrılmadan önceki son dakikalarını oluşturdu.

Ana oğul alandan ayrıldık.

Yıllardır böylesi bir yürüyüşü başlatan, yol gösteren emek veren katkı sunan dostlara teşekkür ediyorum. Özellikle Ruşen"nin verdiği emek yaşadığı yıllarına sahip çıkmasını, alacaklarını talep etmesini çok saygı değer buluyorum. Artık yeni bir öğrenci ona başarı diliyorum Umarım Ankara"da eksikliğini hissetmemize rağmen Ruşen" in yokluğunu organizasyonlara yansıtmadan katkı koyarak kapatmanın mücadelesini verecek insanlar çıkar. Ben bunlardan biri olacağım. Asla darbecilere bir yürüyüşü düzenleyemediler dedirttirmeyeceğim.

VE HİÇ BİR RESMİ YERDE BIRAKMAYACAĞIZ. 14 EYLÜL 2009

EMEL SUNGUR

Önceki ve Sonraki Yazılar