Orhan YÜCEL
Ülkemizin bir daha darbelere muhatap olmaması için,
Yaşananlara baktığımızda, milletimizin hangi badirelerden geçerek bu günlere geldiğini daha iyi anlıyoruz. Türk milleti hem içeriden hem dışarıdan adeta kuşatılmış ve hiç de kendi haline bırakılmamış. Belki de yer yüzünde bu kadar talihsiz bir millete rastlamamız mümkün değildir.
Ülkemiz hem içerideki, hem de dışarıdaki düşmanları ile mücadele etmek mecburiyetinde bırakılmış. İç düşman dediğimizde de, bu milletin vatandaşları tarafından verilen vergilerden maaşlarını alanlar, bu ülkeyi bilerek veya bilmeyerek yok edecek çalışmalar içinde yer almışlar.
Millet hep demokrasiye inanmış ve demokratik kurallarla yönetilen bir ülkede yaşamak istediğine karar vermiştir. Yapılan her seçimde kendisi gibi düşünenlerin iktidar olması yönünde oyunu kullanmış. Ama, kendisine bu düşüncesini hayata geçirme fırsatı tanınmamış. Milletin oyları ile iktidara getirdiği hükümetler darbelerle alaşağı edilmiş ve bunlara muktedir olma imkânı tanınmamıştır.
27 Mayıs darbesi, 12 Mart muhtırası, 12 Eylül darbesi ve 28 şubat post modern darbeleri hep halkın seçtiği hükümetlere karşı gerçekleştirilmiştir. Biz şimdi ülkemiz gündemindeki 28 Şubat sürecinden söz etmeye çalışacağız.
28 Şubat süreci halkın seçtiği Refah Partisini iktidardan uzaklaştırmak üzere faaliyette bulunmuş. Bunu gerçekleştirmek için de hiç kimsenin gözünün yaşına bakmamıştır.
Dindar insanlara karşı, STK’ları, medya, yargı, YÖK, bazı siyasi partiler işbirliği yaptılar. Her ne kadar 28 şubat fiili bir darbe olmamakla birlikte, diğer darbelerden bile daha fazla tahribata sebep olmuştur.
Baskılarla koalisyon hükümeti sonlandırılmış. Yine baskı ve dayatmalarla dindar insanlar zulümlere muhatap edilmiştir.
Eşinin başı örtülü, namaz kılıyor, oruç tutuyor, içki içmiyor, hanım eli sıkmıyor, balolara ve verilen partilere eşiyle iştirak etmiyor diye hakkında fişlemeler yapılan askeri personel sorgusuz sualsiz ordudan ihraç edilmiş.
Üniversiteler ve kamuya ait alanlarda başörtüsü yasağı başlatılmış. Başörtülü binlerce kızımız üniversitelerden atılmış. Yenilerinin de üniversiteye girişleri engellenmiş. Başörtüsü ile okumak isteyen kızlarımız ikna odalarına alınarak psikolojik baskılara muhatap edilmiştir. Hatta kamu alanı diye bir şey uydurularak, başörtülülerin kamu kurumlarına hatta hastanelere hasta olarak girişleri bile engellenmiştir.
Dindar insanlar fişlenmişler ve takip altında tutulmuşlardır. Ülke genelinde yapılan fişlemelerle her konumda ve her meslekte vatandaşımız bundan nasibini almıştır.
Kesintisiz 8 yıllık eğitim sistemi baskı ile yürürlüğe konulmuş, böylece İHL’lerinin ve meslek liselerinin orta kısımları fiilen kapatılmıştır. İHL ve meslek liselilerin üniversiteye girişlerini neredeyse imkânsız kılacak şekilde katsayı uygulaması başlatılmış. Böylece İHL ve meslek liseleri mezunlarının üniversiteye girişleri zorlaştırılmıştır.
İrtica ile mücadele devlet için birinci tehdit olarak kabul edilmiş. PKK terör örgütünden bile daha tehlikeli konuma getirilmiştir. Medyanın da desteği ile irticai faaliyetde bulunulduğunun kanıtı olacak şekilde oyunlar tezgâhlanmış ve uygulamaya sokulmuştur.
Cumhurbaşkanı seçimine müdahale edilerek, Meclisin Cumhurbaşkanı seçmesi engellenmiştir. Hem de o güne kadar hiç uygulanmamış, seçimin yapılabilmesi için 367 vekilin oylamaya katılması zorunludur denilerek, bu emellerine ulaşmışlardır. Bunun hayata geçirilmesi de yargı yoluyla olmuştur.
Karargâhlarda yargı mensuplarına brifingler verilmiş ve yargının da istenildiği şekilde kararlar vermesi sağlanmıştır. Bu brifinglerin etkisiyle Refah Partisi ve onun yerine kurulan Fazilet Partisi kapatılmıştır.
Üniversite rektörlerine de brifingler verilmiş, üniversitelerin de postmodern darbenin başarıya ulaşması için desteğinin alınması sağlanmıştır.
Şimdi bu tip faaliyette bulunanlardan hesap sorulmaya başlanmıştır. 28 Şubat sürecinde hiç kimsenin gözünün yaşına bakmadan zulüm edenler hukuk karşısında hesap vermeye çağrılıyorlar.
Bazıları bu davranışı da sulandırmak için intikam duygusu ile hareket edildiğini ileri sürseler de, bunun intikamla hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.
Ülkenin normalleşmesi ve bir daha darbelerle muhatap olunmaması, daha doğrusu kimsenin bir daha darbe yapmaya teşebbüs edememesini temin bakımından darbeci zihniyetten mutlaka hesap sorulmalıdır. Aksi takdirde darbeci zihniyet ülkenin başında demoklesin kılıcı gibi sallanmaya devam edecektir.
Bu hükümet ülkenin normale dönmesi ve demokratik hayata geçişin sağlanması bakımından büyük bir fırsattır. Bu fırsatı ülkemizin geleceğini teminat altına alabilmek bakımından kaçırmamak gerekmektedir.
Bu güne kadar ülkemizin önünü açacak böyle bir çalışmaya cesaret edebilecek bir hükümetimiz olmadı. Onun için bu fırsatı iyi değerlendirip, ülkemizin önünün açılmasına hepimiz katkıda bulunmalıyız.